28 Mayıs 2016, 14:23 - 
Sultan II. Abdulhamid Han Bediüzzaman'ı Tımarhaneye Attırdı Yalanını Yayıyorlar

Sultan II. Abdulhamid Han Bediüzzaman'ı Tımarhaneye Attırdı Yalanını Yayıyorlar

Büyük bir yalan ve koca bir iftira böylelikle çökmüş oldu. Konu Hakkında insanlığı uyaran Merhum Abdulkadir Badıllı'yı rahmet ve dua ile anıyoruz.

1- Kadir Mısıroğlu -bilindiği üzere- yazdığı kitapla­rın da bir Osmanlı milliyetçisi, özellikle merhum Sul­tan Hamidci gözükmektedir. Onun bu vasıf ve hali bir noktadan takdire şayandır. “Bir mazlum Padişah Sul­tan II. Abdülhamid” isimli bir kitabı çıkmış. Bu kitap tahmin ediyorum Sultan Abdülhamid Hazretleri­nin şahsiyet ve icraatının haklılığını anlatmaktadır. Kita­bın mantık, sağlam sened ve dürüst bilgilerin te­razi ve süzgecinden geçirilip geçirilmediğini ben şahsen bak­madığım için bilmiyorum. Fakat bu kitabın baş ta­rafla­rında 22 ve 23. sayfalarının haşiyelerinde dercedilmiş olan son derece fahiş hatalı ve gerçekle asla alâkası ol­mayan -iki şahıstan aktarıldığını söylediği- iki yalanlı rivayet var. Bu iki yalan rivayet Bediüzzaman Hazretlerinin şahsi­yet ve fikriyatıyla alâkadar olup aşağılayıcı nitelikte­dir.

Biz bu rivayet ve rivayetçilerin tahliline geçmeden evvel, şu gerçeği yada getirmek isteriz ki; Merhum Sul­tan II. Abdülhamid Han Hazretleri Osmanlı ülkesinin şefkatli ve dindar padişahı olduğu gibi; İslam âleminin de dini halifesi ve bayrağı idi. İs­lam âlemi Osmanlı pa­dişahlarına hep bu nazarla bakmışlardır. Lakin bu­nunla beraber, Sultan Abdülhamid ve icraat kabinesi 12 paşaların hiçbir ha­taları, siyasî ve idarî hiçbir yan­lışları yoktu, tamamen masum ve bigünah idiler denil­mez ve denilmemelidir. Eğer kendisinin ve icraatcı paşala­rının mutlak masu­miyetleri iddia ve müdafaa edilirse, bir kuru taassup­tan başka olmaz. Tarihin müspet ve menfiliklerini bir­likte nazara alan ve mütalaa edenler bilirler ki; Mer­hum Sultan Abdülhamidin son 10 yılı ic­raatında vukua gelmiş hadiseler ve ekserisi mason olan paşalarının el­leriyle işlenen cinayetler ve birçok fikir ve düşünce adamlarının onların elleriyle menfalara sü­rülmeleri ve bir kısmı da Avrupa ve diğer memleketlere firar edip kaçmaları olmuştur. İşte bu gibi icraata karşı çıkıp iti­raz edenlerin tümünün haksız ve hiçten bir iti­raz de­ğildi herhalde.

Evet, Merhum -cennet mekân- Sultan Abdülhamid Han Hazretleri, mübarek şahsiyeti itibariyle şefkatli, merhametli ve hayırhah bir padişah idi. Lakin Hazret-i Osman bin Affan (R.A.) ki halife-i Resulullah idi. Ama icraatında ve siyasî işlerinde Mervan bin el Hakem gibi kimselere iş ve vazife verdiği için, bazı yanlışlıkları meydana geldiği gibi, Sultan Abdülhamidin de icraat kabinesi 12 paşalarının elleriyle bazı hatalar meydana geldi. Neticede Sultan Abdülhamid Han da II. Meşruti­yeti uygun buldu ve kabul etti. İsteseydi kabul etmeye­bilirdi. Yani karşı koyarak elindeki kuvvetle muhalifle­rini kanlı bir şekilde bastırabilirdi. Fakat o şefkatli pa­dişah onu yapmadı. Kan dökülmeden kabul etti. Buna göre, II. Meşrutiyetin ilanından evvel, hürriyet ve meş­rutiyeti isteme yolunda Sultan Hamidin icraatını eleş­tirenlerin çoğu taşrada idiler. Bu eleştiricilerin içinde pek mühim şahsiyetler ve büyük fikir adamları da bu­lunuyordu. Ama İstanbul’da ve Anadolu’da, aleyhte konferans ve miting gibi şeylerin yapılması kesinlikle mümkün değildi. Konferanslar, mitingler ve gazete ya­zıları ancak 24 Temmuz 1908 de II. Meşrutiyetin ila­nından sonra içerde de baş gösterdi. Her ne ise…

MEVZUYA GİRİYORUZ

Kadir Mısıroğlu, adı geçen kitabında bu iki şahsın -ki, bu şahıslar hayatta değiller ve bu sözde ve delilsiz nakil ve rivayetlerini- hiçbir yerde kaydetmemişler ve anlatmamışlardır. İşte Mısıroğlu güya bunları esas ala­rak; Bediüzzamanın Meşrutiyet dönemindeki haya­tıyla il­gili pek çok şahsiyetlerin ifadelerini ve o gün­lerde kay­dedilmiş yazılı belge ve beyanlarını bir çır­pıda hiçe saymak girişiminde bulunarak, aslı-faslı ol­mayan bir şeyler karalamıştır. Bu makamda bir ha­dis-i şerif hatı­rıma geldi mealen; “Kişinin günaha gir­mesine yol aç­masına her işittiğini alıp nakletmesi ona yeterlidir.”

Mısıroğlunun yazdıklarını dayandırdığı kişi­lerden birisi Prof. Dr. Osman Turan; ikincisi Celaleddin Ökten hocadır. Bu iki şahsın ki, (eğer gerçekten anlatmışlarsa) Mısıroğluna anlattıkla­rının aslı-faslı olmadığını belge­lerle ispatını ya­pacağım.

Önce Celalettin Ökten:

K. Mısıroğlunun, bu zattan bizzat dinledim diye kay­det­tiği ve kendisinden başka şahidi olmayan ifade­sinin özeti iki-üç bölümlüdür.

Birinci Bö­lümü: “II. Meşrutiyetin arefesinde İstanbul’a gelen Said Nursî merhum, o zaman Dar-ül Fünuna tahsis edilmiş olan Zeynep Kamil Konağında bir konferans vermiş. Bu konferansta Sultan II. Abdülhamidin hakkında ileri geri söz­ler söylemiş. Güya demiş ki: “Sultan tek başına koca bir sarayı işgal ediyor, çıksın oradan, orayı ben mektep yapacağım…” demiş.

İkinci Bölümü: “Bediüzzamanın -sözde ve Mısıroğlunun batıl yorumlarına göre- bu ve ben­zeri sözleri yüzünden tımarhaneye sevk edilmiş.”

Üçüncü Bölümü: Yine fasid yorumlarına göre: “Bundan sonra Mabeyne gelmiş, Padişahla gö­rüşmek istemişse de, belindeki hançerini -ısrar­lara rağmen- çı­karmadığı için görüşme vaki’ olamamıştır.”

Celalettin Ökten Hocadan sözde nakledilen rivaye­tin diğer bölümlerine sonra bakmak üzere, şimdi bura­daki şu rivayetin kesinlikle uydurmasyon olduğunu hem Bediüzzamanın ifadeleriyle, hem de hadisenin içinde bulunarak yaşamış zatların beyanlarıyla ispatlı­dır. Amma önce, Mısıroğlunun sağlam sened dediği Celalettin Ökten isimli zat, muhterem bir zât olup İmam Hatiplerin okullarının yaygınlaşmasına emeği geçenlerdendir. Kendisi 1961 yılında vefat etmiştir. Yani elli sene önce vefat etmiş. Bizim kısa bir araş­tırma sonucu elde ettiğimiz bilgiye göre, gerek en yakın aile çevresinden ve gerek manevi olarak ken­disini en yakın tanıyanlardan hiçbir kimse, böyle bir söz duy­mamışlar ve nakletmemişlerdir.

Prof. Dr. Os­man Turan ise, Sultan Abdülhamidin kız torunuyla evli olduğu için, Sultan Hamidcilik na­mına bir şeyler dese de mazurdur.

Geliyoruz ispatlı cevaba:

1- “Meşrutiyetin arefesinde İstanbul’a gelen Said-i Nursi” diye söylenmiş?..

Bir şeyin arefesi -malum olduğu üzere- hemen az evvelisi demektir. Oysaki Bediüzzaman Hazretleri İs­tanbul’a meşrutiyetten 6–7 ay önce gelmiştir ki Medreset-üz Zehra üniversitesini kurmak gaye ve niye­tiyle doğrudan padişah II. Abdülhamidle görüşerek, bu muazzam mesele hususundaki niyetini arz etsin. Tâ ki, padişah bu hususta mutasavver üniversitenin kıymet ve yararlığını dinlesinde, onun maddi finansmanını ta­ahhüt eylesin. İşte bu niyetle Bediüzzaman Hazretleri memleketten İstanbul seferine çıkmadan evvel, eski Van valisi, o günün Bitlis valisi olan İşkodralı Tahir Paşanın tavsiyelerini de almak üzere yanına uğramış. Paşa da Sultana hitaben Bediüzzamanın yüksek mezi­yetlerini anlatan bir mektup yazarak, Bediüzzamana vermiştir. Mektup 3 Teşrin-i Sani 1323 tarihlidir.([98]) Bu tarih, miladi karşılığı 16 Kasım 1907’ dir. Aynı ta­rihte yola çıkmışsa, herhalde, en erken Aralık ayı ba­şında İs­tanbul’a ulaşmış olmalıdır. Demek ki o, meşru­tiyetten 7,5 ay evvel gelmiş demektir. Yani meşrutiye­tin arefesi diye bir şey söz konusu değildir.

2- “…O zaman Dar-ül Fünuna tahsis edilmiş olan Zeynep Kamil Konağında bir konferans vermiş. Bu konferansta Sultan II.Hamid hakkında ileri-geri sözler söylemiş: “Sultan tek başına koca bir sarayı işgal edi­yor, çıksın oradan. Orayı ben mektep yapacağım” de­miş.”

Bu ifadeler, serapa hayal mahsulü uydurmasyon şeylerdir. Çünkü evvela II. Meşrutiyetin ilanından ev­vel konferans, miting ve gazetede aleyhte yazı yazmak -taşralarda ve Avrupada mümkün iken-İstanbul’da ke­sinlikle imkân dışı idi. Bu yüzden Bediüzzamanın gaye ve hedefi haricinde olan öylesi bir konferansa, İstan­bul’a gelir gelmez girişmesi asla ne vaki olmuş ne de imkân elvermiştir.

Evet, bütün tarihi bilgiler ve belgeler diyorlar ki: Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’a gelir, gelmez iki ay müddetle Sultan Abdülhamidin paşalarından şuray-ı devlet üyesi doğu kökenli Ahmet Muhtar Paşanın evinde kalmıştır. Bu müddet zarfında gaye ve hedefi olan Sultan Abdülhamidle görüşerek İstanbul’a geliş gayesini ona arzetmek ve böylece hedefine ulaşmak ça­bası içinde olmuştur. Fakat ne yaptıysa, padişahın et­rafını sarmış olan mabeyndeki paşaların engelini aşa­madı. Paşalar -o gün ki deyimle hamal kıyafetli- had­dini aşan birisinin öylesi büyük işlerle meşgul olmasını uzak gördüler. Bediüzzamanla bu mabeyin paşaların arasında şiddetli münakaşalar oldu. Bir kaç gün son­rada, Şişli’de Vanlı zengin bir adamın evinde aynı pa­şalarla aynı mevzu’ ile alakalı ikinci bir münakaşa oldu. Fakat netice değişmedi. Ve artık Padişahla gö­rüşme ümidi kesildi.

Bunun üzerine Bediüzzaman İstanbul’a geliş gaye­sini dile getiren bir dilekçeyi Padişaha arz edilmek üzere yazdırıp Mabeyn-i Hümayuna tevdi’ eyledi. Bu dilekçenin metni bilahere bazı gazetelerde yayınladığı gibi, Asar-ı Bediiye kitabı sh.464 ‘te de kayıtlıdır.

İşte yazdığımız bütün bu tarihi bilgiler hem Bediüzzamanın kendi ifadeleriyle hem diğer tarihçile­rin beyanlarıyla sabittir. İsterseniz buyurun Latince baskılı Asar-ı Bediiyedeki Üstadın ifadeleri için bakı­nız: 402.431.464.486 Ve Mufassal Tarihçe-i Hayatta Üstadın ifadesi; 1. cilt, sh.179

Diğer bilgiler için, Mufassal Tarihçe-i Hayat A.Kadir Badıllı 2. Baskı; 1. cilt, sh 170,171,172,177,178,180 ve dahası..

Ve yine Celalettin Öktene isnad ettiği -sözde- riva­yetini bir nass kabul edip şahsi kin ve garazıyla yoğu­rarak nakleden K.Mısıroğlu adındaki şahıs adı geçen uydurmasyon naklin üçüncü bölü­münü şöyle kaydet­miş:

3- “…Sultan tek başına koca bir sarayı işgal ediyor, Çıksın oradan. Orayı ben mektep yapaca­ğım.. Bu ve benzeri sözleri yüzünden tımarha­neye sevkedilmiş…”

Cevap: Bediüzzaman Hazretlerinin üslüp ve tar­zıyla uzaktan yakından alâkası görülmeyen bu batıl ve şahsi kinlerle alude lakırdıların hakikat zemininde hiçbir değeri ve gerçekle hiçbir ilgisi olmadığı az üstte ispatı yapılmış olmasıyla beraber, tımarhaneye gönde­rilmesinin şekil ve sebepleri üzerinde az duralım.

Ama önce, Bediüzzaman Hazretlerinin merhum Sultan II.Hamidin hakkında, hele onun zat-ı şahsiyeti hakkında hiçbir zaman ne ileri, ne de geri konuşmuş­tur. Hele II. Meşrutiyetin ilanından önce hiçbir şey konuşmamıştır. Bediüzzamanın bütün nutukları, kon­feransları ve makaleleri ancak II. Meşrutiyetin ilanın­dan sonra olmuştur. Ve bütün bunlar tarihli, rakamlı­dır. Ve hepsi de zabtetdilmiş, kaydedilmişlerdir. 7 adet konferanslardaki nutukları ve 21 adet yazı ve makale­leri Asar-ı Bediiye kitabında neşredilmiştir. Bu nutuk ve makalelerin ve Divan-ı Harb-i Örfi ve Said-i Kürdî eserinin hiç birisinde merhum Sultan II. Abdülhamid Hanın zat-ı şahsiyetine karşı (diğer bazı zatların hü­cumları tarzında) hakaret içeren hiçbir nokta yoktur. Ama nasihatları vardır, irşadkâr çıkış yolları göster­meleri vardır. Öbür yanda mabeyn paşalarının elle­riyle yapılmış olan hatalı, eğri icraatlarını tenkit etme de vardır. Hz. Üstad az üstte nitelik ve sayılarını ver­diğimiz mezkür nutuk ve makalelerinde hiçbir tanesi için pişmanlık duyma diye bir şey söz konusu değildir ve öyle bir şey olmamıştır. Çünkü bunların tamamını 1950 den sonra, ufak- tefek bazı rötüşlerle yeniden neşrettirmişlerdir.

Buna göre, Bediüzzamanın müsbet-menfi bütün dedikleri mezkür nutuk ve makalelerin içindedir. Bunların dışında olan –kimden olursa olsun– aykırı nakil ve rivayetler laf u güzaftan ibaret olup hiçbir değer taşımamaktadır ve itibarsızdırlar.

İşte haricî laf u güzafların aykırı çirkin örneğini gözler önüne sermek üzere, ri­vayeti ele alıyoruz.. Ba­kınız, rivayet diyor ki: -sözde- Bediüzzaman demiş: “Sultan tek başına bir sarayı işğal ediyor. Çıksın oradan .Orayı ben mektep yapaca­ğım…” Acaba Hz. Bediüzzaman bunu böyle mi demiş? Aslı nasıldır.?. Ne zaman demiştir?..

Hemen kaydedelim ki, Hz. Üstadın padişaha karşı gazetede yayınlanan nasihati, II. Meşrutiyetin ilanın­dan epey zaman sonra, padişah henüz tahtından in­memişken, 23 Mart 1909’da gazetelerde yayınlanan “Dağ meyvesi acı da olsa deva’dır” makalesinin “Hila­fete dair bir rü’yadır” bölümünde yer almıştır. Ve asıl metni de şöyledir:

“Alem-ı menamda padişahı gördüm. Dedim: “Zekat-ül ömrü Ömer-i sani([99]) mesleğinde sarfet! Tâ ki meşrutiyet riyasetine lazım ve biatın ma­nası olan teveccüh-ü umumiyeyi kazanasın.

Padişah dedi: Ben onun yolunda gideyim, sizde ol zaman ehlini taklid edebiliyor musu­nuz?.. Birde sizde onlardaki kuvvet-i İslamiyet ve safvet ve ahlak!..

Ben dedim: Bizdeki tenbih-i efkar-ı umumi ve tekmil-i mebadi ve vesait ve ihata-i medeniyet, o noktaların yerini tutmakla ; hem o noktaları is­tihsal, hem de netice-i matlup olan terakkiyi in­taç ede biliyoruz. Düvel-i ecnebiyenin adaleti bunu ispat eder.

O dedi nasıl yapacağım?…

Dedim: İstibdad kalb-i memalik olan İstan­bul’da kan bırakmadığından hüsn-ü niyeti gös­ter.. Pür-şefkat ile meşrutiyeti kansız kabul etti­ğin gibi, menfur olmuş yıldızı mahbub-u kulub etmek için, eski zebaniler yerine (Padişah adına zulüm ve istaibdad yapan yıldızdaki paşalar muraddır. -A. Kadir Badıllı-) melaike-i rahmet gibi muhakki­kin-i ulemayı doldurmak ve yıldızı Dar-ül fünun gibi yapmak ve ulum-u islamiyeyi ihya etmek ve meşihat-ı islamiyeyi ve hilafeti mevki-i hakiki­sine isad etmekle, yıldızı Süreyya kadar i’la et ! Ta ki hanedan-ı Osmanî ol burc-u hilafette pertav- nisar-ı adalet olabilsin… Mademki imam­sın …] (Mufassal Tarihçe 1, cilt sh. 218)

İşte Bediüzzamanın dedikleri bunlar. Asıl metni de bu…

Bediüzzaman Hazretleri, merhum Sultan Abdülhamidin bir kısım paşaları eliyle icra edilen is­tibdadı şiddetle tenkit ettiği gibi, Onun padişahlık ve halifeliğinin korunması, devamı için elinden ne gel­miş, dili ne kadar dönmüşse söylemiştir. İşte örnekleri:

1. Örnek: 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyetin ila­nının üçüncü gününde İstanbul’da tertiplenen nümayiş mitinginde nutuk şeklinde okuduğu ve bir hafta sonra da Selanik’te aynısı irad edilen “Hürriyete Hitap” nut­kunda, zulüm ve istibdadı tenkid, hürriyet ve meş­ruti­yeti istihsan edici beyanlarından sonra, aynı hita­benin sonunda: “Yaşasın yaraları tedavi etmek fik­rinde olan Halife-i peygamber!…” diyerek Sultan Abdülhamidi tezkiye ve vikaye eyler. (Bu nutuk bilahere Misbah gazetesi 19 Eylül 1324 ve 26 Eylül 1324 de (Yani Ekim 1908 de) neşredildi. İki sene sonra da, kütüphane-i içtihad sahibi Ahmed Ramiz ta­rafın­dan bu nutukla beraber Üstadın sair nutukları bir ki­tap şeklinde ve “Nutuk” ismi altında yayınlandı. Yoksa Mısıroğlunun dediği gibi, aynı günlerde bastırı­lıp halka dağıtılmış değildir.

2. Örnek: Adı geçen nutuklardan altıncısında: “Mahasıl efendimiz (Yani Padişah Abdülhamid Han) o kadar haşmetli ağalık kürkünü milletine bağış­ladı. Siz de (Yani doğudaki aşiret ağaları) o eski ve köhnelenmiş ağalık abasını bir hulle-i adalete tebdilediniz!” demek suretiyle, Sultan Abdülhamidin büyük meziyetini dile getirmiştir.

3. Örnek: 31 Mart hadisesinden sonra, İstanbulda üç noktada kurulan Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemele­rinin bir nolusunda, Bediüzzamanın merdane müdafa­alarının cinayetler bölümünün “yarı cinayet” diye ni­telendirdiği kısımda şöyle demektedir. “… Daire-i İslamın merkezi ve rabıtası olan nokta-i hilafeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sultan-ı sa­bık([100]) kabul-u nasihata istihkak kesbetmiş zan­nıyla; ve aslah tarik musalahadır” mülahaza­sıyla; şimdiki en çok ağraz ve infialata mebde’ ve tohum olan suret-ı garazı daha ahsen suretle düşündüğümden, sultan-ı sabıka ceride lisanıyla söyledim ki: “Münhasıf yıldızı Dar-ül fünun et, tâ Süreyya kadar i’la olsun.. Ve oraya seyyahlar ve eski zebaniler yerine, melaike-i rahmet yerleştir, tâ cennet gibi olsun.. Ve yıldızdaki milletin serve­tini, milletin baş hastalığı olan cehaleti için mil­lete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et!.. Zira senin idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra ahireti düşün­mek lazım.Dünya seni terk etmeden sen dünyayı terk et. Zekat-ül ömrü, Ömer-i Sani yolunda sarfeyle!..

…Ben ki bir gedayım padişaha nasihat ettim. Demek yarı cinayet ettim.” (Asar-ı Bediiye sh. 415)

İşte şeksiz belgelerle görüldüğü üzere, Bediüzzzaman Hazretlerinin asıl metin ifadelerinde merhum Sultan Abdülhamid Han hakkında, (uydur­masyon rivayetin ve onun nakilinin iddiaları gibi) hiç bir şahsi hakaret ve aşağılama yoktur. Bilakis onun halifelik ünvanını mukaddes sayarak hıfz ve devamını istemiştir. Nite­kim Üstadın Divan-ı Harb-i Örfi müdafaatının bir başka bölümünde 31 Mart olayının çıkmasının sebep­lerinden birisinin:“Sultan-ı maz­lumu sükut-u müsammemden kurtarmaktı.” Yani: Padişah Abdülhamidi sağırca susturmaktan kurtar­maktı. (Asar-ı Bediiye sh.418)

Aynı müdafaatının başka bir yerinde : “…İstibdatlar sultan-ı mahlu’a isnad edildiği halde, onun zaptiye nazırı ile bana verdiği maaş ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sükutu kabul etmedim. Aklım feda ettim, hürriyetimi terk et­medim. O şefkatli sultana boyun eğmedim …” (Asar-ı Bediiye sh.414)

İşte bu yazılı metinlerdeki ifade ve beyanların ışı­ğında ve Bediüzzamanın kardeşi Molla Abdülmecidin kendi eliyle hatıra defterinde yazdığına ve yeğeni Abdurrahmanın yazdığı tarihçeye istinaden, katiyetle hükümederiz ki; meşrutiyetten evvel ve sonraki 1. Devre İstanbul hayat merhalesi şöyle cereyan etmiş­tir: ( çok kısaca)

1907 Aralık başlarında, Van’da kurmak istediği Medreset-üz Zehra Üniversitesini kurma ve te’sis mas­raflarını ve maddi finansmanını Padişahtan talep etme tasavvuruyla İstanbul’a geldi. Her şeyden evvel Padişahla görüşme yollarını aradı. 2.5 ay kadar onunla meşgul oldu. Ne ettiyse mabeyndeki bazı mason paşa­ların engelini aşamadı. Nihayet, İstanbul’a geliş se­beplerini ve gayesinin mahiyet ve hedefini anlatan bir dilekçe yazdırarak mabeyne bıraktı. Sonra, Fatih sem­tinde bulunan Şekerci Hanında bir oda bularak, oda­nın kapısına son derece acaib ve garip olan şöyle bir levha astı: “Burada her suale cevap verilir, her müşkil hallaedilir. Ama hiç kimseye sual sorul­maz.” Bu fevkalade acib ve garip ilan üzerine iki ayda mütemadiyen her sınıf ilim erbabından grup-grup insanlar geldiler, sualler tevcih eylediler. Herkesin su­allerinin tam ve doğru olarak verilip, memnun ve mutmain ayrılıyorlardı. Tabii haliyle, bu hadise yıldı­rım hızıyla İstanbul’a yayıldı. Bu vaziyet hiç şüphesiz ki Bediüzzamanı kale almıyan mabeyn paşalarına bü­yük tedirginlik verdi.. Bediüzzamandan kurtulmak yollarını aradılar. Sonunda, böyle her şeyi bilen bir kişi deli olmalıdır diyerek, Ermeni ve Rum ağırlıklı birkaç doktordan sahte bir rapor hazırlatılmasını sağladılar. O rapora dayanarak Bediüzzamanı Toptaşı Akıl Hastanesine sevk ettiler. Ama “yalancının, sahte­karın mumu yatsıya kadar yanar” darb-ı meseli tar­zında, oyunları tutmadı, Yalan ve sahtekarlıkları mey­dana çıktı.. Çünkü birkaç gün sonra hastanenin Baş­tabibi bizzat Bediüzzamanı konuşturarak muayene etti. Ve sonunda şöyle bir rapor yazıp mabeyin paşala­rına gönderdi. Dedi ki: “Eğer Bediüzzamanda zerre kadar cünunluk varsa, dünyada hiçbir akıllı in­san yoktur.”

Baştabibin bu raporu üzerine mabeyine telaşa düştü. Hemen çar-çabuk Bediüzzazmanı oradan alıp, getirip nezarethaneye koydular. Burada Hazret-i Üsta­dın ne kadar kaldığı kesin olarak belli olmamakla be­raber, bir ay kadar kaldığı tahmin edilmektedir. Neza­rethanede iken, Zaptiye Nazırı Şefik Paşayı Üstada gönderdiler.

Şefik Paşa: “Padişah sana selam söylemiş. Şu 30 altunu ihsan-ı şahane olarak, her ayda da 10 altun maaş bağlamış. İleride bu maaşı yirmi-otuz altun yapacakmış”şeklinde Bediüzzamana teklif ge­tirmiş.

Bediüzzaman ise: “Ben maaş dilencisi değilim. 1000 lira da olsa kabul edemem”diyerek teklifi red etmiştir.

Hz. Üstadın gerek tımarhane Baştabibiyle yaptığı muhaverenin, gerekse nezarethanede iken, yanına ge­len şefik paşa ile karşılıklı konuşmalarının onun kendi ifadesi ile olan uzun metinleri, “İki Mekteb-i Musibe­tin Şehadetnamesi” eserinde o zamanlar yayınlanmış olduğu gibi, şimdi ise, Latince baskılı Asar-i Bediiye ki­tabı 426-432 sahifelerinde mevcuttur.

Demek ki; Mısıroğlunun iddialarında: “Sultan tek başına koca bir sarayı işgal ediyor, çıksın oradan, orayı ben mektep yapacağım.” Bu ve benzeri söz­leri yüzünden tımarhaneye sevk edilmiş…” ve yine iddiacının zımnen buğuzlu yorumuna göre: “Tı­marhaneden çıktıktan sonra gelmiş, padişahla görüş­mek istemiş.. fakat belindeki hançerini çıkarmaktan vazgeçmediği için, bu görüşme gerçekleşememiştir.” İlh… gibi, miş, muşların kaç paralık değerde olduğu herhalde anlaşılmıştır.

Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin o günleri, Tımar­hane, nezarethane derken, İkinci Meşrutiyet ilanı gelip çatmış, Bediüzzamanda artık serbest… Hazret-i Üsta­dın, meşrutiyet ilanından sonraki hayatı, ileride bu­rada yazılmayan uydurmasyon iddiaların cevabında gerekirse yazılacaktır. Aslında Müfassal Tarihçe-i Ha­yat eserimizde, onun bu döneme ait hayatı tafsilen ve belgelerle yazılmıştır, görülebilir.


AbdulKadir Badıllı (rh)

Tam Metin İçin : Müfterilerin Başına İnen Ateşli Şahaplar Kitabına Linkten Ulaşabilirsiniz

http://www.ittihad.com.tr/risale-i-nura-iftira-edenlerin-basina-inen-atesli-sahaplar/



YORUM YAZ
BU HABER İÇİN HENÜZ YORUM EKLENMEMİŞTİR.
 Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları, okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan Araştırmacı Yazarlar hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
DİĞER SEÇTİKLERİMİZ HABERLERİ
VİDEO GALERİ
 
YAZARLARIMIZ
Y
Metin ALKAN
ZEKAT , FİTRE VE ORUÇ FİDYESİ KİMLERE VERİLİR?
Y
ferit karasu
YÜREĞİM DEKİ ŞEHİR
Y
Nurcan CANKORU
MENZİLE
Y
Mehmet GÖÇMEZ
ANMAK MI ANLAMAK MI
Y
SERDAR BOZDOĞAN
TARİH BİZİ ÇAĞIRIYOR BİZDE TARİHE YENİDEN ÇAĞ AÇTIRIYORUZ
Y
Pınar SÖNMEZ
AŞK BİR NOKTA
Y
Hatice BAŞKAN
KADINSIN
Y
Fatmanur KUŞ
SU GİBİ AZİZ OL EVLADIM
Y
Duygu Gürses DİKEN
MALINI BAĞIŞLAYAN ELBETTE KURTULUŞA ERMİŞTİR..
Y
Zeynep DEMİR
önce sela, sonra adın okunur minarelerden.
Y
Ayhan KÜFLÜOĞLU
Eşyayı gösteren Rabbimiz’in varlığı, o eşyadan daha zahir ve kesin
Y
Nur KABADAYI
Umut Ederek Yaşamak
Y
Büşra ŞENTÜRK
Sen Kaderim Misin
Y
Büşra Nur GECE
Mabede İsmet; Meryem'e Betül Sıfatı Yakışır...
Y
Merve DİKİCİ
TEVEKKÜL KIL
Y
Ebru ATA
KIYIYA İNSANLIK VURDU
Y
Mustafa KAYALI
ZAMAN VE MEKÂNDA KIBLEMİZ
Y
Türker ELMAS
NUR ve HAKİKAT AVCILIĞI
Y
Nagihan ZENGİN
Ademiyetten Kemaliyete İrfan Yolculuğu
Y
Öznur MACİT
bir b/akış bir yürüyüş (04,05,14 Eskici dergi yayınlandı)
 
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
BİR DOST PENCEREMDEN TÜRKİYEDE HANGİ NURCU KOLLARI FETÖYE DESTEK VERİYOR 2022 RAPORU VE BELGELERİ REFERANDUM SEÇİMLERİ ÖNCESİ BOMBADA FETÖNÜN PARMAK İZLERİ!!! (1)
 
KONUK YAZARLARIMIZ
K
İsmail GENÇ
İnsanız ve İnsanlığı Özlüyoruz
K
Emrah POLAT
Vahametlerle İmtihan ve Müracaat
K
Mehmed ESMER
Kubbetüs Sahra'yı tanıyacağız
K
Elif NİSA
Gerçekten İnsan Azar
K
Elif MUSLUOĞLU
Cemâli Bâ Kemâle Seyredelim
K
Fikriye AYYILDIZ
GAFLET
K
Merve YAĞMUR
ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ
K
Fuat TÜRKER
Münafıklar Kavramıyorlar!
K
Hüray BOZBIYIK
TESETTÜRÜN VERDİĞİ HUZUR
 
ÖZEL RÖPORTAJ
Ferudun Özdemir: 'Allah Var, Problem Yok'
Ferudun Özdemir: 'Allah Var, Problem Yok'
Ferudun Özdemir, “Allah var, problem yok!” adlı kitabında, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, Allah'a dayanıp, O'na güvenen insanların bir şekilde aydınlığa kavuşacaklarının farkındalığını oluşturuyor zihinlerde…
 
E-POSTA LİSTESİ
 
FOTO GALERİ
 
ANKET

Web Sitemize Nasıl Ilaştınız?




 
cheap jordans|wholesale air max|wholesale jordans|wholesale jewelry

Sitemizde yayınlanan haberlerde basın ahlakına, hukuk ilkelerine, insan hak ve özgürlüklerine bağlı kalacağımıza söz veririz. Yazarlarımızın yazılarıyla ilgili her türlü sorumluluk kendilerine aittir. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

Adres : Sizde Araştırmacı Yazarlara Katılabilir Çalışmalarınızı Yayınlatabilirsiniz! arastirmaciyazarlar@gmail.com a Ad Soyad ve Yazar Resminizle birlikte gönderin değerlendirelim