Tarih boyunca güzel memleketimiz üzerinde bir çok oyunlar oynanmış,vatanımız içeriden ve dışarıdan bölünmeye çalışılmıştır. Her dönemde oynanan oyunun amacı aynı fakat oyunun senaryosu ve kahramanları farklı olmuştur. Bu sadece bizim memleketimizde değil dünyanın her yerindeki Müslümanlar üzerinde bu şekilde oynanmıştır ve çoğu zamanda başarılı olunmuştur. Son birkaç yıla bakacak olursak Afganistan’da şimdi İslami iki grubun veya grupların çarpıştığını görüyoruz. Hakeza Irak’ta bugün iki İslami topluluğun çatıştığını görüyoruz. Yani birileri Ümmet-i Muhammedin (sas) arasına fitne tohumunu atıyor ve Müslümanları parçalamaya çalışıyor.
İslam ümmeti içine fitnenin çıkmayacak şekilde gireceğini bize bildirende yine efendimiz (sas) dir. O bir gün Hz. Ömer efendimize; “Ey Ömer biliyor musun benden sonra ümmetim içinde fitnenin kapısı kırılacaktır.” buyurmuştur. Hatta Hz. Ömer efendimize; “Ya Rasulallah fitnenin kapısı kırılacak mı yoksa açılacak mı?” diye sormuştur. Bunu böyle sorma sebebi de eğer fitnenin kapısı aralanacaksa o zaman kapıyı kapama şansı olacaktır. Ama Efendimiz hayır ya Ömer kapı kırılacak buyurmuştur. Bu da bize fitnenin içimize gireceğinin ve kıyamete kadar aramızdan çıkmayacağının habercisidir.
İslam dininin yıllarca mihmandarlığını yapan Türk milletinin de içine her zaman fitne sokulmaya çalışılmıştır. Bu fitne çalışmalrından biriside Alevi-Sünni çatışması çıkarmaktır. Bunu yapmak isteyenler gayet iyi bir biçimde derslerine çalışmışlar ve bu oyunu sahnelemeye başlamışlardır. Bu sebeple halkın içinde ufaktan ufaktan alevi-sünni ayrımı yapılmaya başlamıştır. Alevi kardeşlerimiz bizi tanıyorlar ne de biz Alevileri tanıyoruz. Sadece bize lanse edildiği gibi birbirimizi tanıyoruz. Burada uzun uzun Alevilikten yada Sünnilikten bahsetmeyeceğiz. Ancak Aleviliğin beslendiği ana düşüncelerin oluşmasına sebep olan bazı hadiseleri kısaca hatırlamakta fayda var. Bunlardan en ilginç olanlardan birisini burada paylaşarak fitnenin aramıza nasıl girdiğini anlamaya çalışalım. Unutmayalım bunlar fitnenin kök salmış tohumlarıdır maalesef.
Fitne tohumlarından ilki Rasulullah(sas) vefat etmeden, ölüm döşeği üzerindeyken cerayan eden bir hadisedir. Hadise kısaca şöyle gerçekleşir; ölüm anı yaklaşmış bulunan efendimiz sekerat halindeyken kendine geldiği bir anda Hz. Ali efendimizden bir kağıt ve bir kalem almasını ister ve o anda tekrar kendinden geçer. Hz.Ali (ra) efendimiz hemen Rasulullah efendimizin dediğini yapmak için dışarı çıkmak ister. Ancak o sıra orada bulunan Hz. Ömer efendimiz Hz. Ali’nin kağıt ve kalem getirmemesini söyler. Hz. Ali, Rasulullah istediği için getirmesi gerektiğini söylesede Hz. Ömer ona: “bak Rasulullah şu anda sekerat halinde, tam olarak kendinde değil. Olaki bize bu haldeyken altından kalkamayacağımız bir yük yüklerde biz onu yapma konusunda sıkıntı çekebiliriz” der. Tam o esnada efendimiz kendine gelir ve Hz. Ali’ye kağıt ve kalemi getirip getirmediğini sorar. Rivayete göre cevabını bile alamadan tekrar uykuya dalar efendimiz. Bunun üzerine Hz. Ömer Hz.Ali’ye bak Rasulullah (sas) kendisinde değil iyi ki yazdırmamışız der, Hz.Ali’de olsun o Rasulullah (sas) ne derse yazmamız gerekir o bize altından kalkamayacağımız bir şeyi bugüne kadar asla söylemedi bundan sonra da söylemezdi der. İşte bu hadise fitne tohumlarının ilkini teşkil ediyor ve daha sonra ki dönemlerde çok ciddi sorunlara sebep olacaktır yani Şiiliğin baş enstrümanlarından birisi olacaktır.
Daha sonraki dönemlerde cereyan eden Sıffın savaşı, Kerbela hadisesi, Hakem olayı ve Hariciler bu ayrımın oluşmasına etki eden ana unsurlardır maalesef. Bu düşünceler zaman içinde filizlenmiş veya bir kısmı ortadan kalkmıştır. Bu hadiseler cereyan ettiği dönemlerde de İslam ümmeti için birer fitne vesilesi olmuştur. İşte bizim bileceğimiz şey fitneye sebep olan unsurları iyi bilmek ve anlamaktır.
Bugün başımıza örülmeye çalışılan alevi-sünni çatışmalarını veya Sünni-Şii çatışmalarının temel esprisi aslında ümmeti Muhammedi bölme derdidir. Mümin insan fasıklardan gelen habere inanmaz ve işin aslını öğrenmeye çalışır. Yine mümin insan akıllı olandır, aklını kullanan kişidir. Duygularıyla yada hisleriyle hareket eden insan değildir. Mümin insan haberi doğru kaynaktan ve doğru şekilde alır. Bu sebeple bizlere düşen vazife doğruyu ve hakikati aramaktır. Bizler hakikat aşığı müminleriz. Bizler Ümmeti Muhammed olarak bir vücudun uzuvları gibiyiz. Biz Müslüman olanı değil sadece yaratılanı yaratandan ötürü seven, kucaklayan insanlarınız. Biz her gelene “hoş geldin” demeyi bilenleriz. Çünkü biz Ümmet-i Muhammediz. Ayrılılığın parçası değil, fitnenin yandaşı değil; birleştiriciliğin ve hakikatin aynası, hizmetkarıyız.
Bu vesileyle alevi kardeşlerimiz ile bizleri ayrıştırmaya çalışan fitnenin bir parçası olmamalıyız. İslam dairesinin içinde olan herkes kardeşimiz ve dostumuzdur. Bizi ayrıştırmaya çalışanlar kendilerine yeni bir kapı arasınlar. Biz bu oyuna gelmeyeceğiz, gelmemeliyiz. Allah bu ümmete birbirini kırma durumuna düşürmesin, hainlere fırsat vermesin, bizlere de uyanıklık nasib etsin. Son söz milli şairimizden
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”.