CEHENNEM ÜZERİNE KURULAN KÖPRÜ SIRAT
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Resulullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Sırat köprüsü cehennemin bir başından öbür başına kurulur ve peygamberlerden ümmeti ile ilk geçen ben olurum. O gün peygamberlerden başkası konuşmaz. Peygamberlerin duası şöyledir: “Allahım, ümmetime selâmet ver, onları sağ salim buradan geçir.”
Cehennemde Se’dân Dikeni’ni[ Bir çöl bitkisidir. Dikenleri kalın, uzun, geniş ve sivridir. ] andıran demirden çengeller ve mahmuzlar vardır.”
Bundan sonra Resûlullah (s.a.v) ashabına yönelerek:
“Siz hiç Se’dân dikeni gördünüz mü?” diye sordu. Ashab, “Evet ey Allah’ın Resûlü, gördük” dediler. Resûlullah (s.a.v):
“İşte cehennemin çengelleri Se’dân dikenleri gibidir, ancak çok daha büyüktürler. Büyüklüklerini de yalnız Allah (c.c) bilir. Bu çengeller herkesi ameline göre (cehenneme) çekerler. Kimisi amelinin azlığından helâk olur, kimisi de hardal tanesi gibi parça parça olur ve bundan sonra kurtulur (cennete gider).[ Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, İmân, 299; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 2/275–276; İbn Hıbbân, es-Sahîh, nr. 7429.]
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
“İnsanlar cehennem köprüsünün üzerinden geçerler. O köprünün üzerinde dikenler, çengeller ve demir kancalar vardır. Bunlar sağdan soldan insanları çekip yakalarlar. Köprünün yan taraflarında ise melekler, “Allahım! Bu insanları buradan kurtar” diye dua ederler. Kimileri oradan şimşek gibi, kimileri rüzgâr gibi, kimileri hızla koşan bir at gibi, kimileri de koşarak geçerler. Bazıları ise normal bir yürüyüşle, bazıları da emekleyerek bazıları ise sürünerek geçerler. Cehennemliklere gelince, onlar ne ölür ne de rahat içinde kalır; onların yeri orasıdır. Günahları ve hataları sebebiyle yakalananlara gelince, onlar kömür gibi olana dek ateşte yakılırlar. Sonra onlar için şefaat izni çıkar (ve cennete giderler). [ Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, İmân, 302; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/25–26; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 11327]
SIRAT KÖPRÜSÜNDEN GEÇENLER:İbn Mes’ud’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ öncekileri ve sonrakileri o malûm yerde (mahşerde) ve zamanda (kıyamette) bir araya toplar. Bütün mahlûkat kendileri hakkında verilecek hükmü görmek için kırk yıl süreyle gözlerini gökyüzünden ayırmazlar.”
Resûlullah (s.a.v) bir hayli uzun olan bu hadisi, müminlerin Allah’a secde etmelerine kadar olan kısmını anlattıktan sonra şöyle devam etmiştir:
“Sonra Allah (c.c) müminlere, “Başlarınızı kaldırın” der. Müminler de başlarını kaldırır. Allah (c.c) onların her birine amelleri miktarınca nur verir. Kimine verilen nur büyük bir dağ kadardır; onun önünü aydınlatarak ilerler. Kiminin nuru ondan daha küçüktür. Bazılarına verilen nur ise bir hurma kadardır. Hatta bazılarının nuru ondan bile azdır. Kendisine en son nur verilen kişiye bu nuru, sadece ayak parmağının ucu kadar bir kısmını aydınlatır. Bu ışık da bazen yanar bazen söner. Yandığı zaman yürür, söndüğü zaman olduğu yerde kalakalır.”
Resûlullah (s.a.v) bu hadisin devamında, müminlerin nurları nispetinde sıratı geçtiklerini anlatırken şöyle buyurmuştur:
“Kimileri göz açıp kapayacak kadar bir zamanda, kimileri şimşek gibi, kimileri bulut gibi, kimileri yıldızın kayması gibi, kimileri hızlı koşan bir at gibi, kimileri de koşarak sıratı geçer gider. Nuru sadece ayak parmaklarının ucunu aydınlatan kimse ise sıratı yüzükoyun sürünerek geçmeye çalışır. Öyle ki, bir eliyle kendine çekerken diğerini sürür; bir ayağıyla sürünürken diğerini çeker. Ateş ise onu her taraftan kuşatmış ve dokunmaya başlamıştır. Nihayet o kimse böyle sürüne sürüne köprüyü geçer ve kurtulur. Sonra ayağa kalkar ve, “Allah’a hamdolsun! O, hiç kimseye bahşetmediği bir nimeti bana verdi, zira o felâketleri görmeme rağmen beni onlardan kurtardı” der. Daha sonra melekler bu adamı cennetin kapısının önünde bulunan bir suya götürüp yıkarlar. [ Hâkim, el-Müstedrek, 2–376, 3591; Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, nr. 5265; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/340–343; 7]
Enes b. Mâlik (r.a), Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Sırat (köprüsü) keskin bir kılıç ya da ince bir kıl gibidir. Melekler mümin erkek ve kadınları kurtarırlar (kurtarmaya çalışırlar). Cebrâil de benim kuşağımdan tutar (öylece sırattan geçerim) ve, “Ey rabbim, ümmetimi kurtar, ümmetimi kurtar” derim. O gün nicelerinin ayakları kayar (cehenneme düşer).” [ Beyhakî, Şuabu’l-İmân, nr. 366–367. Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/110; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, nr. 15978]
İşte bunlar Sırat’ın tehlikeleri ve dehşetleridir. O halde bu hususta uzunca düşün! Çünkü o gün kıyametin dehşetinden ve felâketinden sağ salim kurtulanlar, ancak dünyadayken onu tefekkür edip tedbirini alanlar olacaktır. Zira Allah (c.c) bir kulunun kalbinde iki korkuyu bir arada bulundurmaz. Kıyametin bu tehlikelerinden dünyadayken haberdar olup onlardan korkan, sakınan ve tedbirini alan kimse, yarın âhiret günü emniyette olur. Korkudan bahsederken kadınlarda olduğu gibi, yufka yürekliliklerinden kaynaklanan ağlamayı, kıyametin dehşetlerini işittiğin vakit mahzûnî tavır takınmanı ve kısa bir müddet sonra unutarak oyun eğlenceye dalmanı kastetmiyorum. Böyle bir korkudan ne çıkar ki!
Bir şeyden korkan ondan kaçar; bir şeyi ümit eden de onu arar. Seni ancak, Allah’a isyan etmekten engel olan ve O’na itaate teşvik eden bir korku kurtarabilir.
Kıyametin felâketlerinden kadınların yufka yürekliliği gibi korkanlardan başka bir de ahmakların korkusu vardır. Çünkü onlar kıyametin felâketlerini işittikleri vakit hemen, “Allahım! Sana sığınırız, senden yardım dileriz. O gün bizleri koru ve kurtar” derler; ancak felâketlerini hazırlayan günahları işlemeye devam ederler. Şeytan ise onların bu gayr-i samimî sözlerine gülmekle yetinir.
Bu kimsenin durumu şu adama benzer. Adamın birisi tek başına çölde giderken, kendisine doğru yedi aslanın gelmekte olduğunu gördü. Bu kimsenin arkasında sığınacağı bir kale olmasına rağmen, yere oturup, “Ben kaleye, onun sağlam duvarlarına ve temellerine sığınıyorum” demeye başladı, koşarak kaleye sığınmadı. İşte bu kimsenin hali ne kadar gülünç ise, ‘ben ateşten Allah’a sığınırım!’ deyip de kendisini ondan koruyacak şeylere koşmayan kimsenin sözleri de o derece tuhaftır. Çöldeki adamın bu sözleri kendisini aslanların saldırısından koruyabilir mi?
İşte kıyametin dehşet ve felâketleri de bunun gibidir. İnsanı bu tehlikelerden ancak, sadık ve samimî bir kalp ile söylenen, “Lâ ilâhe illâllah” kalesi kurtarır.
Sadakatin ve samimiyetin mânası, Allah’tan gayri maksudun ve mabudun olmamasıdır. Kim ki, hevâ ve hevesini ilâh edinmişse o, rabbini tevhitte sadık ve samimî olmaktan çok uzaktır ve tehlikededir.
Eğer bunları yerine getirmekten kendini aciz görüyorsan o zaman Resûlullah’ı (s.a.v) sev, onun sünnetlerini uygulama hususunda hırslı ol, ümmetinin salihleriyle beraber bulun ve onların bereketli dualarını almaya bak. Belki bu sayede, amel sermayenin az olmasına rağmen, Peygamber’imizin ve ümmetinin salihlerinin şefaatine nail olur ve kurtulursun. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.
METİN ALKAN
EĞİTİMCİ YAZAR