ZALİMİN ZULMÜ VE FATURASI Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Zulüm, bir şeyi uygun tarzda yapmamak, ölçüsüz davranmak, haddi aşmak, haksızlık yapmak anlamına gelir. Zulmün zıddı adalettir. Adalet ise; denklik, her şeyi yerli yerine koymak, ölçülü olmaktır. Zulüm yıkar, adalet yapar. Her şey adaletle kaimdir. “Allah göğü yükseltti ve ölçüyü koydu ki dengeden sapmayasınız. Ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız.” (Rahman, 7-9) Zulüm, inkar, şirk, nankörlük şeklinde insanın kendisine yönelik olabileceği gibi, şahısların birbirlerine karşı haksız davranmaları, zalimler tarafından yönetilmeleri şeklinde de cereyan edebilir. Hangi türlü olursa olsun zulmün, fert ve toplumlar için ağır faturası vardır. Adalet felah, zulüm helâk sebebidir. “Şüphesiz zalimler felaha eremezler.” (Enâm, 135) Şairin de dediği gibi: “Kral da olsa, orduları dağları ve ovaları doldursa da zalim hiç bir zaman kendisi güvende hissetmesin” zulüm ile âbad olunmaz, akıbet mutlaka berbat olur. Zalim fert ve toplumların helak olması ilahi kanun gereğidir. Tarih; haksızlık sebebiyle yıkılmış toplumların adeta teşhir salonudur. “Andolsun ki biz, sizden önce nice nesilleri, zulümleri sebebiyle helak ettik.” (Yunus, 13) “Biz onları günahları sebebiyle helak etmiş ve Firavun ailesini suda boğmuştuk, onlar hep zalimlerdi.” (Enfal, 54) “Biz halkı zalim olan nice memleketleri kırıp geçirdik, onlardan sonra da başka topluluklar meydana getirdik.” (Enbiya, 11) Görüldüğü gibi toplumların helak sebebi, işledikleri günahlar ve haksızlıklardır. Mevla âdil olduğu ve kendisine zulmü yasakladığı için hiç kimseye haksızlık yapmaz “Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler” (Hûd, 101) Bu âyet aynı ifadelerle üç defa zikredilmiştir. Toplumların yükselmesi, alçalması, felâhı ve helâkı iyi veya kötü davranışlarına, meşrû veya gayr-i meşrû hayat tarzlarına bağlıdır. Kullar hak eder, Mevlâ ise halk eder. Herkes lâyık olduğu neticeyi elde eder. “Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kazandığı kötülük de kendi zararınadır.” (Bakara, 286) Ülkeler âdil olmak şartıyla küfür üzere ve şirk üzere yaşayabilirler, fakat Müslüman bile olsalar adil olmadıkları takdirde yaşayamazlar. Bu gerçek yüce kitabımızda şöyle belirtiliyor “Rabbin, halkı düzgün olan ülkeleri haksız yere helâk edecek değildir.” (Hûd, 117) Bir ülkede insanlar birbirlerine karşı haksızlık yapmaz, yöneticileri de onlara zulmetmez, herkes hakka hukuka riayet ederse sırf kâfir veya müşrik oldukları için helâk olmazlar. Ayette geçen “bi zulmin” (haksız yere) ifadesi pek çok müfessire göre şirk ve küfür demektir. Kurtubi ve Fahreddin Razi’de bu görüştedir. İbn Teymiye ise daha net olarak şöyle söylemektedir: “Allah, kâfir de olsa âdil devleti ayakta tutar, fakat Müslüman da olsa âdil değilse o devleti ayakta tutmaz. Denilir ki; dünya adalet ve küfürle devam eder. Zulüm ve İslam’da devam etmez.” İslam’ın olduğu yerde zulüm olmamalıdır. Zira bu iki kavram birbirine zıttır. Bunda garipsenecek bir şey yoktur. Tarih ve günümüz buna şahittir. Sözde müslüman fakat halkı ve yönetimiyle zalim olan nice İslâm ülkesinin hali pürmelali ortadadır. Adam kayırmanın, rüşvetin, torpilin, haram kazancın, yalanın, riyanın kol gezdiği bir ülkenin ismen müslüman olmaları bir şey ifade etmiyor. Bunun yanında gayr-i müslim oldukları halde adalete, hakka-hukuka riayet eden ülkelerin durumu da ortadadır. Allah, yaşatmayacak olsaydı gayr-i Müslimlere baştan hayat hakkı tanımazdı. Mevla âdildir, herkese amelinin karşılığını verir. “Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükafatını görür, kim de zerre kadar kötülük işlemişse cezasını görür.” (Zilzal, 7-8) “Gerek dünyayı isteyenlerin ve gerekse âhireti isteyenlerin her birine dünyada Rabbinin ihsanından ardarda veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (İsrâ, 20) Gerçek anlamda bir müslümanın âdil olması, zulümden uzak durması gerekir. Müslümana yakışan da budur. Fakat ideal başka, vâkıa başka oluyor. Bazan mümin kâfir sıfatı, bazan da kâfir mümin sıfatı taşıyor. Yalan söylemek, va’dinden dönmek, emanete hıyanetlik etmek münafık sıfatı olmakla beraber, bu sıfatlar pek çok müminde de görülmektedir. Gayr-i müslim olduğu halde hakka-hukuka riayet eden niceleri de mevcuttur. Mevlâ’nın Rahman sıfatı dünyada mümin-kafir herkesi kuşatmaktadır. Allah’ı tanımamanın cezası âhirette elbette cehennemdir. İmanın mükâfatı da cennettir. Yaşadığımız dünyada amellerimize göre karşılık göreceğiz. Hz. Ömer’in dediği gibi; adalet mülkün temelidir. Rabbimiz her şey için bir mizan, bir-ölçü koymuştur. Yerler-gökler bu mizan üzere devam etmektedir. Sünnetullah dediğimiz tabiat kanunları bu mizanı ifade etmektedir. Allah’ın kanunlarında en ufak bir sapma ve değişiklik olmaz. Sünnetullah’ın ortadan kalkması kıyametin kopması demektir. Toplumların kıyameti de mizana, adalete uyulmadığı zaman kopmaktadır. En ufak dengesizlik her şeyi alt-üst etmektedir. Bedevinin birisi gelip Hz. Peygamber (s.a.v.)’e “Kıyamet ne zaman kopacak?” deyince, Rasûlullah: “Emanet kaybolunca, kıyameti bekle” buyurdu. Bedevî: Emanet nasıl kaybolur? Dedi. Rasûlullah’da: “İş ehil olmayana verilince kıyameti bekle” buyurdu. (Buhari, İlim, 2) Ehil olmayanlar düzgün iş yapamazlar. İşi düzgün ve yerinde yapmamak da zulümdür. Zulmün sonu da yıkımdır, zulüm beldeleri harap eder, bereketi, güven ve huzuru ortadan kaldırır. Hak ve adalet duygusu zayıflar, kimse kimseye itimat etmez. Ümitler söner, şevkler kırılır. Vücuttaki mikroplar kademe kademe insanı yıprattığı, sonunda ölüme götürdüğü gibi haksızlıklar da yavaş yavaş toplumu helake sürükler. Bu, söndürülmeyen küçük bir kıvılcımın koskoca bir ormanı, bir beldeyi yakması gibidir. Allah, Halim sıfatı gereği zalimlerin dünyadaki cezasını hemen vermez. Mevla imhal eder fakat ihmal etmez. Bunda çeşitli hikmetler vardır. Görünürde zulüm olan, gerçekte başka bir zulmün karşılığı olabilir. Bazen Allah zalimin intikamını başka bir zalimle alır “ve işte biz, işledikleri yüzünden zalimleri birbirine böyle musallat ederiz.” (Enam, 129) Zalim yer yüzünde Allah’ın kırbacı gibidir. Önce onunla intikam alır, sonra da ondan intikam alır. İnsanlar layık oldukları idareye kavuşurlar. “Amelleriniz âmil (yönetici)lerinizdir.” demişler. Cezanın gecikmesi, zulümden tevbe etme fırsatı tanımaya da matuf olabilir. Tevbe edilmediği, zulme devam edileceği takdirde zalimin cezalandırılması mutlaktır. “Sakın Allah’ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Allah onların azabını, gözlerin şaşkınlıktan donup kalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42) Adaletin tam olarak tecelli edeceği yer kıyamettir, mahkeme-i kübradır. Zira orada bütün yetki Allah’ındır. Kayırma, torpil söz konusu değildir. Dünya ve ahirette emin olmanın en önemli şartı zulüm ve zalimlerden uzak olmaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular “Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zalime zifiri karanlık kesilecektir.” (Müslim, Birr, 56) Zalim dünyada mazlumun hayatını zindana çevirdiği için onun da ahiret hayatı zindana dönecektir. Yine Hz. Peygamber’e kulak verelim: “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır hak sahibine verilir. Şayet iyilikleri yoksa, zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir.” (Buhari, Mezalim, 10) Zalimlere yakın ve onlara destek olmak cehenneme yakın olmaktır. “Haksızlık yapanlara meyletmeyin, yoksa ateş size de dokunur. Sizin Allah’tan başka hiçbir dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud, 113) Zalimlere meyil; zulümlerini hoş görme, onlara destek olma, onlardan destek alma şeklinde olur. Zalimden dost olmaz. O, kendisini dost edinenin de düşmanıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Kim zalime yardım ederse. Allah zalimi ona musallat eder.” (Keşfu’l-Hafa, Hadis no: 2380) Zalim; öncelikle başkasının şahsında kendine zulmeden kişidir. Zalim kendisine kuyu kazan kimsedir. Zulüm ne kadar çok olursa kuyu da o kadar derin ve çıkman da o kadar zor olur. Zalime yapılacak en iyi yardım ve destek onu zulmünden vazgeçirmektir. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” Mazluma yardım ederim, zalime nasıl yardım ederim? diye sorulduğunda: “Onu zulümden alıkorsun, bu da ona yardımdır.” (Buhari, Mezalim, 4) “Şüphesiz ki insanlar zalimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsi üzerine yayması yakındır.” (Tirmizi, Fiten 8) Zalimin zulmüne engel olmak gerekirken ona meyledip zulmüne destek olmanın herkes için ne büyük felaketlere yol açtığı malumdur. Firavuna destek olanlarda denizde onunla birlikte boğuldular. “Firavun ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve kendilerinin bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize attık. Bak zalimlerin sonu nasıl oldu!” (Kasas, 39-40) Zalimlerin peşinde gidenlerin ahiretteki pişmanlıkları şöyle ifade edilir: “Yüzleri ateşte yanıp çevrildiği gün, keşke Allaha itaat etseydik, peygambere itaat etseydik derler. Yine derler ki; Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize, büyüklerimize uyduk, onlar bizi yoldan çıkardılar. Ey Rabbimiz! Onlara azabı iki kat ver ve onları büyük bir lanete uğrat.” (Ahzab, 66-68) Günümüzde “arap baharı”yla bir bir devrilen zalim diktatörle birlikte onlara destek olan, canımız, kanımız sana feda olsun diyenlerin de rezil bir şekilde devrildiklerini, pas pas olduklarını görüyoruz. Beyhaki’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: “Kim bir zalimin bekâsı için dua ederse, yer yüzünde Allah’a isyan edilmesinden hoşlanıyor demektir.” İmam Süfyan Sevriye: Ölmek üzere olan bir zalime bir yudum su vermek caiz midir?” diye sorulduğunda: “Hayır, bırak gebersin” demiş. Satırlarımıza Akif merhumun mısralarıyla son verelim: Zulmü alkışlayamam, Zalimi asla sevemem Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam, Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Allah cc selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun. METİN ALKAN EĞİTİMCİ YAZAR