Araştırmacı Yazarlar | Yazarlar

İSLAMDA SADAKAT VE DOĞRULUK

18 Haziran 2018, 18:37

        İSLAMDA SADAKAT VE DOĞRULUK

              Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

   Sadakat kahramanı üç yiğit. Kurtuluş ve necat doğruluktadır. İnsan doğrulukla ölse bile bir kere ölür; hâlbuki her yalan ayrı bir ölümdür. Nitekim sadakat kahramanı Kâ'b b. Mâlik (radıyallâhu anh): "Ben doğruluğumla kurtuldum." der. Evet, doğruluk deyince O'nu hatırlamamak mümkün değildir.
   Kâ'b b. Mâlik, kılıcı kadar sözü, sözü kadar da kılıcı keskin bir insandı. Şairdi. Şiirleriyle kâfirlerin moral dünyalarını alt-üst edebilirdi. Akabe'de gelip Allah Resûlü'ne biat etmişti. Dolayısıyla da Medine'nin ilklerindendi. Fakat Tebük Seferi'ne katılamamıştı. Tebük zorlu bir savaştı. Bu savaşta bir avuç insan koskoca Roma İmparatorluğu'nun ordularıyla yaka-paça olacaktı. Hem de çölün o kavurucu ve bitirici sıcağında. O düşünceyle gidildi.. o civanmertlik gösterildi.. o sevap alındı ama o korkunç muharebe sadece düşüncelerde kaldı.
   Allah Resûlü, bütün askerî harekâtlarını gizli tutarken bu defa açık gitmiş ve herkesi açıktan davet etmişti. İşte, böyle açık bir davete rağmen Kâ'b, bu sefere iştirak edememişti. Şimdi siyer kitaplarından, kendi serencamını kendi ağzından icmal ederek anlatalım:
   "Herkes muharebeye davet edildi. Çünkü mücadele çetin olacaktı. Fakat Allah takdir etmedi ve sadece tatbikattan ibaret bir hareket olarak kaldı. Böyle olacağı bildirilmiş veya bildirilmemişti ama Allah Resûlü bu muharebeye ayrı bir ehemmiyet veriyordu.
   Herkes gibi ben de hazırlıklarımı tamamladım. Hatta o güne kadar hiçbir harbe bu kadar iyi hazırlanmamıştım. İki Cihan Serveri hareket komutunu verdi ve ordu harekete geçti. Ben kendi kendime: Nasıl olsa onlara yetişirim, diye beraber çıkmadım. Hiç de bir işim yoktu. Fakat kendime olan güvenim beni alıkoyuyordu. Bugün-yarın-öbür gün, derken günler gelip geçiverdi. Artık Allah Resûlü'ne yetişmem mümkün değildi. Mecburen bekleyecektim.. ve bekledim de. Hem de her saati günler süren bir bekleyişle bekledim.
   Nihayet, Allah Resûlü'nün seferden dönüşü her yandan duyulmaya başladı. Zaten her defasında öyle olurdu. Medine, O'nun dönüşüne yakın yeniden bir kere daha canlanırdı. İşte şimdi yine herkesin yüzünde bir beşaşet vardı; Allah Resûlü dönüyordu...
   Nihayet beklenen vakit geldi. Ordu Medine'ye avdet etti. Efendimiz de mutadı olduğu üzere evvelâ mescide uğrayıp iki rekât namaz kılmış ve halkla görüşmeye başlamıştı. Herkes bölük bölük mescide geliyor, ziyaret ediyor ve harekete iştirak etmeyenler de özür beyanında bulunuyorlardı. Benim durumumda olanlardan da çoğu mazeret bildirmiş ve Allah Resûlü tarafından mazeretleri kabul edilmişti. Ben de aynı şeyi yapabilirdim. Zira içlerinde ikna kuvveti ve söz söyleme kabiliyeti en güçlü olanlardan biriydim. Ama nasıl olur da hiçbir mazeretim olmadığı hâlde Allah Resûlü'ne yalan söyleyebilirdim. Yapmadım, yapamadım. Karşılaştığımızda, İki Cihan Serveri kalbimi delip geçen bir buruk tebessümle karşıladı beni. Ve: 'Neredeydin?' diye sordu. Durumumu olduğu gibi eksiksiz anlattım. Başını çevirdi ve dil ucuyla: 'Kalk git!' dedi.
   Dışarı çıktım. Kavmim etrafımı sardı: 'Sen de bir mazeret söyle, kurtul!' dediler. Dedikleri bir aralık kalbime yatar gibi de oldu. Fakat birden kendime geldim ve sordum: 'Benim durumumda olan başkaları var mı?' 'Var.' dediler ve iki isim söylediler. İkisi de Bedir'e iştirak etmiş namlı, şanlı sahabeler arasında bulunuyorlardı: Mürâre b. Rebî ve Hilâl b. Ümeyye. Evet, onlar da hiçbir mazeret beyan etmeyerek doğruyu söylemişler ve benim durumuma düşmüşlerdi. –Estağfirullah– intizar koridoruna girmişlerdi. Benim için ikisi de kendilerine ittiba edilecek insanlardı.. ben de onlara uymaya karar verdim; mazeret ileri sürmekten vazgeçtim.
   Namaz kılarken gözümün ucuyla O'na bakıyordum
Üçümüz hakkında bir emir yayımlandı. Artık hiçbir Müslüman bizimle görüşüp, konuşmayacaktı. Diğer iki arkadaşım evlerine kapanıp, durmadan gece gündüz ağlıyorlardı. Ben, aralarında en genç ve kuvvetli olandım. Sokağa, çarşıya, pazara çıkıyor ve namaz vakitlerinde de mescide gidebiliyordum. Ancak benimle kimse konuşmuyordu. Vaktimin çoğunu mescidde geçiriyordum. Allah Resûlü'nden bir tebessüm yakalayabilmek için uzun uzun beklediğim oluyordu.. heyhât ki, her gün evime hicranla dönüyordum; O, yüzünden hiç tebessüm eksik olmayan insan, bir kere olsun, bana bakıp tebessüm etmemişti. Selâm veriyordum; acaba dudakları kımıldayacak mı diye gözlerimi dudaklarına dikiyordum. Gel gör ki en hafif bir kımıldama olmuyordu.
   Çok defa namaz kılarken gözümün ucuyla O'na bakıyordum. Namaza başladığımda bana bakıyordu. Fakat namazımı bitirince hemen benden gözünü kaçırıyordu. Tam elli gün böyle geçecekti. Bütün insanlar ve bulunduğum yer bana öylesine yabancılaşmıştı ki, kendimi yabancı bir ülkede zannetmeye başladım.
   Bir gün Ebû Katâde –ki amcamın oğluydu, onu çok severdim, o da beni canı kadar severdi– onun bahçesinin duvarından atlayarak yanına sokuldum. Selâm verdim, selâmımı almadı. Sordum: 'Allah için söyle, benim Allah ve Resûlü'nü sevdiğime inanmıyor musun?' O hiç cevap vermedi. Sözümü üç defa tekrar ettim. Üçüncüsünde de: 'Allah ve Resûlü bilir.' dedi ve yanımdan ayrıldı. Dünya başıma yıkılmıştı. Ebû Katâde'den bu sözü hiç beklemiyordum. Gözlerim doldu ve hıçkıra hıçkıra ağladım.
   Yine bir gün Medine sokaklarında yapayalnız dolaşırken; sokaklarda bir adamın beni soruşturduğunu duydum. Sorduğu şahıslar işaretle beni göstermişlerdi. Adam yanıma geldi, elinde de bir mektup vardı. Mektup bana aitti. Gassân Meliki'nden geliyordu. Melik beni, kendi memleketine davet ediyordu. Mektubunda: 'İşittim ki sahibin seni yalnız bırakmış.. Bize gel; senin gibilerin bizim nezdimizde kadri yüksektir...' gibi sözler ediyordu. "Bu da bir imtihan." dedim ve mektubu yırtarak ateşe attım.
   Dünyam kararmış ve kabir kadar daralmıştı Kırkıncı gündü. Allah Resûlü bir adam göndermişti. Gelen şahıs bizim, hanımlarımızdan uzak durmamız gerektiğini söylüyordu. 'Boşayayım mı, ne yapayım?' dedim.

   –Ah vefasına kurban olduğum insan!– 'Sadece uzak dur!' dedi ve gitti. Hanımıma kendi evlerine gitmesini söyledim. Bu arada Hilâl'in hanımı gidip, hizmet etmek kaydıyla izin istemişti. Hilâl yaşlı bir insandı. Kendi işini göremiyordu. Ve Allah Resûlü onun hanımına izin vermişti. Bazıları benim de aynı şekilde izin almamı istediler. Fakat kabul etmedim. Zira Allah Resûlü'nün böyle bir teklifi nasıl karşılayacağını bilemiyordum.
   Derken bir müddet de böyle geçmiş ve tam elli gün dolmuştu. Artık dayanamaz hâle gelmiştim. Dünyam kararmış ve kabir kadar daralmıştı. Her zaman yaptığım gibi evimin damında sabah namazını kılmış, oturuyordum. Birisinin yüksek sesle ismimi söylediğini duydum. Ses: 'Müjde Kâ'b!' diyordu. İşi anlamıştım. Hemen secdeye kapandım. O gün sabah namazından sonra Allah Resûlü affımızı ilân etmişti. Mescide koştum, herkes ayağa kalkmış beni tebrik ediyordu. Talha boynuma sarıldı, yüzümü, gözümü öpüyordu. Sanki yeniden bir Akabe yaşıyordum. Allah Resûlü'nün huzuruna gelip elini tuttum. O da benim elimi tutmuştu. –O anda Cennet'le müjdelenseydi dahi zannediyorum bu kadar sevinmeyecekti– Allah Resûlü: 'Allah sizi affetti.' buyurdular. Ve hakkımızda inen şu âyeti okudular:
   "Ve (Allah o tevbeleri) geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah Tevvâb'dır, Rahîm'dir."(Tevbe Sûresi, 9/11)
   O bu âyeti okuduktan sonra Resûlullah'a hitaben, 'Yâ Resûlallah! Ben doğrulukla kurtuldum.. Bundan böyle ömrüm oldukça da doğrudan başka bir şey söylemeyeceğime, söz veriyorum.' dedim."
   Evet, peygamberlik hakikati, sıdk dediğimiz, doğruluk çarkı ve esası üzerine döner durur. Her peygamber doğru söyler. Ve öyle olması da zarurîdir. Zira, gayb âleminden emirler getirerek insanlığa tebliğ eden bu şahıslardan herhangi birinde küçücük bir yanılma veya yanlışlık olsa, her şey altüst olur. İnsanlık adına öğrenmemiz gerekli olan bütün hakikatler, bize onlar vasıtasıyla intikal etmektedir. Bu ise zerre kadar yanılgıya tahammülü olmayan çok hassas bir konudur. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.
METİN ALKAN

                                      EĞİTİMCİ YAZAR

 

Araştırmacı Yazarlar
 Araştırmacı Yazarlar internet sitelerinde yayınlanan haberler ve köşe yazılarının tüm hakları Araştırmacı Yazarlar Yayın Grubuna aittir. Kaynak gösterilerek dahi haberin veya köşe yazısının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz. Sadece alıntı yapılan haberin veya köşe yazısının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
ÖNCEKİ YAZILARI
VİDEO GALERİ
 
YAZARLARIMIZ
Y
Metin ALKAN
ZEKAT , FİTRE VE ORUÇ FİDYESİ KİMLERE VERİLİR?
Y
ferit karasu
YÜREĞİM DEKİ ŞEHİR
Y
Nurcan CANKORU
MENZİLE
Y
Mehmet GÖÇMEZ
ANMAK MI ANLAMAK MI
Y
SERDAR BOZDOĞAN
TARİH BİZİ ÇAĞIRIYOR BİZDE TARİHE YENİDEN ÇAĞ AÇTIRIYORUZ
Y
Pınar SÖNMEZ
AŞK BİR NOKTA
Y
Hatice BAŞKAN
KADINSIN
Y
Fatmanur KUŞ
SU GİBİ AZİZ OL EVLADIM
Y
Duygu Gürses DİKEN
MALINI BAĞIŞLAYAN ELBETTE KURTULUŞA ERMİŞTİR..
Y
Zeynep DEMİR
önce sela, sonra adın okunur minarelerden.
Y
Ayhan KÜFLÜOĞLU
Eşyayı gösteren Rabbimiz’in varlığı, o eşyadan daha zahir ve kesin
Y
Nur KABADAYI
Umut Ederek Yaşamak
Y
Büşra ŞENTÜRK
Sen Kaderim Misin
Y
Büşra Nur GECE
Mabede İsmet; Meryem'e Betül Sıfatı Yakışır...
Y
Merve DİKİCİ
TEVEKKÜL KIL
Y
Ebru ATA
KIYIYA İNSANLIK VURDU
Y
Mustafa KAYALI
ZAMAN VE MEKÂNDA KIBLEMİZ
Y
Türker ELMAS
NUR ve HAKİKAT AVCILIĞI
Y
Nagihan ZENGİN
Ademiyetten Kemaliyete İrfan Yolculuğu
Y
Öznur MACİT
bir b/akış bir yürüyüş (04,05,14 Eskici dergi yayınlandı)
 
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
BİR DOST PENCEREMDEN TÜRKİYEDE HANGİ NURCU KOLLARI FETÖYE DESTEK VERİYOR 2022 RAPORU VE BELGELERİ REFERANDUM SEÇİMLERİ ÖNCESİ BOMBADA FETÖNÜN PARMAK İZLERİ!!! (1)
 
KONUK YAZARLARIMIZ
K
İsmail GENÇ
İnsanız ve İnsanlığı Özlüyoruz
K
Emrah POLAT
Vahametlerle İmtihan ve Müracaat
K
Mehmed ESMER
Kubbetüs Sahra'yı tanıyacağız
K
Elif NİSA
Gerçekten İnsan Azar
K
Elif MUSLUOĞLU
Cemâli Bâ Kemâle Seyredelim
K
Fikriye AYYILDIZ
GAFLET
K
Merve YAĞMUR
ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ
K
Fuat TÜRKER
Münafıklar Kavramıyorlar!
K
Hüray BOZBIYIK
TESETTÜRÜN VERDİĞİ HUZUR
 
ÖZEL RÖPORTAJ
Ferudun Özdemir: 'Allah Var, Problem Yok'
Ferudun Özdemir: 'Allah Var, Problem Yok'
Ferudun Özdemir, “Allah var, problem yok!” adlı kitabında, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, Allah'a dayanıp, O'na güvenen insanların bir şekilde aydınlığa kavuşacaklarının farkındalığını oluşturuyor zihinlerde…
 
E-POSTA LİSTESİ
 
FOTO GALERİ
 
ANKET

Web Sitemize Nasıl Ilaştınız?




 
cheap jordans|wholesale air max|wholesale jordans|wholesale jewelry

Sitemizde yayınlanan haberlerde basın ahlakına, hukuk ilkelerine, insan hak ve özgürlüklerine bağlı kalacağımıza söz veririz. Yazarlarımızın yazılarıyla ilgili her türlü sorumluluk kendilerine aittir. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

Adres : Sizde Araştırmacı Yazarlara Katılabilir Çalışmalarınızı Yayınlatabilirsiniz! arastirmaciyazarlar@gmail.com a Ad Soyad ve Yazar Resminizle birlikte gönderin değerlendirelim