KİBİRİN ZARARLARI-4
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Kibir değdiği yerleri çürütür, geçtiği yerleri kurutur. En masum, en safî halleri bile kirletir, bulandırır. Renkten renge, şekilden şekle girer, bazen tevazu kılıfına bürünür, bazen cömertlik, bazen cesaret... Hangi renge, hangi şekle girerse girsin hâkim renk hep kibir olarak durur. Kibirlinin dilinden tevazu sözcükleri lafzen dökülür, ama hakikatte dökülen kibir parçacıklarıdır. Kibir, lâfzı bir hastalık olmaktan ziyade kalbi bir hastalıktır. Tevazu ahlâkı kalplerde kök salmamışsa kibir habis bir ur gibi bütün kalbi ve bedeni sarar. Böyle olunca da hayatin kontrolü kibir hükümdarının eline geçer.
Kibrin, İslâm kimlikli bir Müslüman'da bulunması laik seküler modern çağdaş kimlikli bir insanda bulunmasından çok daha yaralayıcıdır. Çünkü İslâm'ı din/hayat tarzı olarak kabul etmemiş bir insanda tekebbürün olması benimsediği hayat tarzı gereği anlaşılabilir bir durumdur. Hayat tarzı ve inana bakımından onun tercihi bellidir. Tercih ettiği hayat tarzında tevazuu olsa da olur, olmasa da olur. Onun nazarında bu, çok da rahatsız edici bir durum olmayabilir.
Diğer taraftan Kur'ân-ı Kerim de kendilerini büyük görmeleri sebebiyle laf dinlemeyen, halktan yüz çeviren geçmiş ümmetlerin gülünç halleri ve bu hal sebebiyle başlarına gelen felaketler veciz bir ifadeyle anlatılmış, kibirleri cehennemlik olmalarının sebebi olarak gösterilmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hakk muhtelif âyetlerde, “Büyüklük taslayanların yeri cehennem değil midir? (Zümer Sûresi, 60)”, “...Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!” (Zumer Süresi 72. Mümin Sûresi 76, Nahl Sûresi 29). “Siz kendinizi övmeyin, kimin muttaki olduğunu Allah daha iyi bilir.” (Necm Sûresi, 32) buyurmuş ve Müslümanların “ben şöyleyim, ben böyleyim” diye söze başlamalarını, kendilerini övmelerini men etmiştir.
Fakat hayatının tamamını terbiye edici Rabb'ın tedrisinden geçirmiş ya da geçirmesi gereken bir Müslüman'ın kibirden, değil esintiler, enstantaneler bile taşıması helâkine yeterli bir sebep olabilir.
Kişinin kendini mütevazı görmesi de başka bir kibir göstergesidir. Bir insan kemâlât hususunda kendini ne kadar dolgun ve doygun hissediyorsa o kadar ham ve çiğ demektir. Çünkü manen ve ahlâken kâmil olmanın sınırı yoktur. Kişi ilim öğrendikçe cehaletinin boyutlarını da öğrenmiş olur. Kemâlâtin ilk adımı kendim bilmek, haddini bilmektir. “Kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz " denir. Elhak doğrudur, zira kendini bilmenin bir adım sonrası Hakk’ı bilmektir. Hakk’ı bilmek irfandır, tekebbürse tuğyandır. Kemâlâtı kendilerine bağışlayan, kusurları başkalanna yakıştıran müstekreh ahlâklı insanların suare-matme teatrel gösterilen tamamıyla kara mizahtır. “Kendimdeki mükemmelliği mütevazı olmama borçluyum.” ironisi aslında onların paradoksal kimliklerini ortaya koyar.
Böbürlenme, kendim beğenme ve çok defa bir fâikiyet mülâhazası içinde bulunma diyebileceğimiz kibir, kişinin, bir kısım farklı özellikleri varmış gibi davranması, oturuşu-kalkışı, nefes alıp verişi, el-ayak hareketleri ve mimikleriyle hep bir farklılık peşinde bulunması, farklılık soluklanması, üstün bir karakter olduğunu ifade etmeye çalışması gibi tavırlarla bencilliğin (egoizm) dışa vurması sayılan bir çeşit cinnet ve ruhî bir rahatsızlıktır. Bu mütekebbirin hiçbir fikri, hiçbir işi hiçbir tavrı normal değildir. Hareket ve davranışlarında hep çalımlıdır Sürekli fâikiyet mülâhazalarıyla oturur kalkar.
“Kibirli insan hakka kapalı, insanlara kapalı, hikmete kapalı, ilâhî mârifete kapalı; şeytana açık, küfre açık, halk nazarında menfur, riyâ, süm’a, hıkd u haset gibi İblis kaynaklı mesâvi bir bahtsızdır.” Bu tür bahtszlardan şimdiye kadar iflâh olan görülmemiştir. Aksine hayatını kibir ve gurur zeminine bina edenlerin akıbetler hep küfürle noktalanmıştır.
Kalben çürümüş insanlar, düştükleri derekenin farkına varamazlar. Hassaları fitrî ve insanı işlevlerim ifa edemez. İslâmî terminolojileri dillerinden düşürmezler ama hal ve tavırları tamamen kibre uyarlanmıştır. Konuşurken sözlerini değil seslerini yükseltirler. Sözlerini yükseltseler de hilâf-ı hakikat konuşurlar. Başkalarına söz bırakmamacasına etraflı ve derinlikli konuştuklarını vehmederler.
Riyakârane davranıp kelâma, süse, hitabete çok özen gösterirler. Konuşurken bir sığırın ot yerken ağzını eğip bükmesi, dilini dolaştırıp durması gibi dillerim eğip bükerler.15 Hakikate kulak vermezler. Müstağni halleri hiç eksik olmaz üzerlerinden. Kendilerine çok büyük önemler atfedilmesini, fazlaca ilgi gösterilmesini, bol bol iltifatlar yağdırılmasın isterler. Bunun için de seçkin ve ayrıcalıklı bir yere sahip olmak için var güçleriyle mücadele ederler. Allah CC selamı berketi Rahmeti üzerinize olsun. METİN ALKAN
EĞİTİMCİ YAZAR
1. Buhari, Kalem Suresi Tefsiri; Müslim, Kitabu’l Cennet, 13
2. İbn-i Hişam; IV, 42.
3. Müsned, IV, 134.
4. İmam Gazzali, İhyay-ı Ulumuddin III, s. 236-309
5.Günay Bayburtlu Kesler, Son Elçi Hz. Muhammed ve O’nun Rehberliğinde Hayat, s.98, Çıra Yayınları, İstanbul, 2010
6. Ekrem Sağıoğlu, İlim Beldesinin Kapısı Hz. Ali, Yasin Yayınevi, s. 331, İstanbul, 2005.
7. http://www.fetva.org/Hutbeler/kibir_tevazu.htm
8. İbn Mace, Mukaddime, 9; Müslim, İman, s. 148-149.
9. Müslim, İman, 39.
10. http://www.fetva.org/Hutbeler/kibir_tevazu.htm
11. Heyet, İlmihal, İslam ve Toplum, II, s. 517-518, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2005
12. Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Yayınları, İstanbul.
13. İbrahim Tenekeci, Yeni Şafak Gazetesi, 29 Ağustos 2012
14. Arif Nihat Asya, Dualar ve Aminler, Naat Şiiri, Ötüken Yayınları, İstanbul
15. Ahmed bin Hanbel, Müsned
16. Buhârî, Kalem Sûresi tefsiri; Müslim, Kitabu'l-Cennet, 13
17. Müslim, İman 14; Buhârî, İman 3.
18. Heyet, İlmihal, İslâm ve Toplum, II, s. 501, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2005
19. Gazzalî, İhyâ, III, 166
20. Heyet, İlmihal, İslâm ve Toplum, II, s. 501, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2005
21. http://www.fetva.org/Hutbeler/kibir_tevazu.htm
22. Müslim, Birr, 38